6 Mart 2012 Salı

İyi ki doğdun Márquez!



İlkokula başlamadan evvel okumayı kısmen sökmüş şahıslardanım... Canım annemin her akşam, uyku saatimden yarım saat önce beni yatağıma sokması ve elime bir kitap vererek (o dönemin en meşhur başucu kitabı Cin Ali serisi!), yüksek sesle (heceleye heceleye) kitap okutması senelerdir devam eden bir alışkanlığın ilk adımlarıymış meğer...


O gün bugündür neredeyse her akşam kitabımı okur öyle uyurum. -Bu arada kitaplarımın ne sayfalarını kıvırırım (ayraç diye bir şey var!), ne çizerim (not tutmak iyidir ;)) ne de birine veririm.- Neyse efendim, işte bu yüzdendir ki kitaplarla aram hep iyi olmuştur, dolayısıyla yazarlarla da...


Yıllar içinde favori yazarlarım da, kitaplarım da, okumaktan zevk aldığım türler de değişti. Ama bazı yazarlarım var ki; bir ömür yerine ne biri geçebilir, ne de gönül sıralamamdaki yeri değişebilir... Gabriel García Márquez de bu isimlerin başında gelir.


Márquez ile ilgili konuşurken (eş, dost, arkadaş, anne-baba, artık kim varsa etrafta) kurduğum sabit bir cümlem var, kendisine olan hayranlığımı ve saygımı belirten; "Márquez kitaplarını yatarak değil oturarak okumak gerekir. Hatta o an üzerinde bir ceket varsa düğmelerini de iliklemelisin..."


Benim için (ve birçoğumuz için) yazılarımda ve denemelerimde düğme ilikleyecek kadar saygı ve hayranlık uyandıran bir üslubu var Márquez'in. Nev-i şahsına münhasır bir adam olmasının yanında, çağının en büyük edebiyatçılarından da biridir (Nobel Edebiyat Ödülü ya da kariyerindeki diğer başarılara hiç girmeyeceğim, öğrenmek isteyene bir search kadar uzakta bu bilgiler)...


Burada kelimelerle ifade etmeye yeltensem de başaramayacağım kadar çok sevdiğim, okumaya bayıldığım bu adam, bugün 85 yaşına (6 Mart 1928) girdi. İyi ki doğmuş, iyi ki o şahane eserleri yazmış ve bizimle paylaşmış!


Yeni yaşının tadını çıkaran Márquez'den bir isteğim var: Her okuduğumda farklı bir tat aldığım ve neredeyse hepsini okuduğum (ilk okuduğum kitabı Sevgiden Öte Sürekli Ölüm'dür) o müthiş kitaplarının yanına, yenilerini bir an evvel eklemesi...


2004'ten beri bekliyoruz Márquez baba, azıcık insaf ediniz!

21 Şubat 2012 Salı

Mazeretim var; sıkılganım ben!



Çabuk sıkılan biriyimdir ben. Yüz kere blog açtım, üç beş kez bir şeyler karaladım sonra sıkıldım bir daha yazmadım.

101. kez açmış olduğum ve efendi gibi devam ettirmek için elimden geleni yapmaya çalışacağım bu blogda; müzik, edebiyat ve sinemayla ilgili akademik bilgilerimi :p paylaşmanın yanında, rockndark.com ve Blue Jean dergisinde yayınlanan röportaj ve haberlerime de ara ara yer vereceğimi ümit ediyorum. Başka konularla da ilgili atar tutarım, söz veremiyorum...

Ha yine sıkılıp 10 ayda bir yazabilirim hatta hiç yazmayabilirim, bana belli olmaz.

Siz yine de arada bir göz atın buraya. Belki seversiniz, bağrınıza basasınız gelir falan filan...

1 Şubat 2012 Çarşamba

Hüzün ve eğlence dans ediyor!



Bu şarkıları dinlediğinizde geçmişte ya da şu an yaşadığınız buruk bir hikaye kendini en acılı haliyle gösterebilir, duygusallığınız tavan yapabilir. Ama sanmayın ki Kolpa elemanları hayata sadece buradan bakıyor! Mevzu aşk olunca bazen naif, bazen hassas, belki biraz da kırılgan bir yanları olsa da konu müzik ve hayata geldiğinde dünyanın en eğlenceli adamları olup çıkıyorlar. Tüm bu doneleri bir araya getirdik ve Kolpa’yla son albümleri Yatağın Soğuk Tarafı’nı konuştuk. Aşk, müzik, konserler, şarkılar kısacası her şey tam da burada!


Albümü konuşmadan evvel hemen şunu sormak istiyorum; dijital satışların ön planda olduğu bir piyasaya doğru gidiyoruz. Neden CD çıkarma ihtiyacı duydunuz?
Barış: Birikmiş bir sürü şarkımız vardı ve dinleyicilerimize ulaşmasını istediğimiz 10 tanesini seçtik. Arka arkaya çok fazla single çıkarınca, grubun vermek istediği mesaj, soundu ve bütünlüğü dinleyiciye geçmiyor. Zaten bir maxi single’ımız bir de ayrı bir single çalışmamız vardı. Artık albüm çıkarmanın zamanı geldi diye düşündük.
Bora: Albümü basmamızın sebeplerinden biri de; arabada albüm dinlemenin keyfi… Albümdeki şarkıları yaşadığımız olaylara göre sırasıyla kaydettik ve bu konseptin oluşmasını sağladık. CD’den şarkı dinlemek kaybolan bir yöntem ama bu süreci ne kadar uzatırsak o kadar iyi. Tabii bu dijital satışa ya da internet paylaşımına kapalı olduğumuz anlamına gelmiyor.
Samuray: Albümü CD’ye basmak hala bir etiket meselesi aslında. İnsanlar müzik market raflarında albümü görmek istiyor.
Cenk: Öte yandan insan geçmişte yaptığı işlerden somut bir hatıra kalsın istiyor.

Albüm sürecinden bahsedelim biraz da… Ne kadar zamanda kaydettiniz albümü, neler yaptınız?
Barış: Albümü 1,5 – 2 ay gibi kısa bir sürede bitirdik. Hayatımızın en hızlı süreciydi sanırım. Şarkılar birikmişti ve biran önce kaydedip paylaşmak istiyorduk. Konsantre olduğumuz bir dönem, bir çırpıda tüm işleri hallettik.
Bora: Evlerde toplanıp şarkıları yapıyorduk, Haluk Kurosman’ın da stüdyosunu kullanarak kısa bir sürede tüm işlemi hallettik.

Albümde Esin İris, Tuna Velibaşoğlu ve Haluk Kurosman’ın sözleri var. Başkalarının yazdığı sözler sizin o dönemki hislerinize tam olarak tercüman olabiliyor mu?
Bora: Tüm bu isimler bizim çok yakın arkadaşlarımız. Yaşadığımız her şeyi biliyor ve paylaşıyoruz. Arkadaşlarımıza kişisel olarak anlattığımız her şey tam da bizi ve durmumuzu anlatan sözler olarak geri döndü.
Cenk: Aslında tüm dünya böyle çalışıyor. Çok büyük isimler, geniş kadrolarla işbirliği yapıp öyle şarkılar üretiyor.


Bu olumsuz bir durum mudur diye sormadım aslında. Sadece geçmişe baktığınızda sizi gerçekten anlatıp anlatmadığını düşünebilirsiniz belki…
Barış: İlk albümün sözlerini o dönem yaşadıklarımdan yola çıkarak kaleme almıştım ama artık o hissiyatta değilim. Zaman geçtikçe insan değişiyor ve yazdığı şeyler de hissettikleri de eskide kalıyor. O yüzden geçmişe bakıp pişman olmak çok doğru değil. Bugün de duygularımızı arkadaşlarımızla paylaşıp, onların bizim adımıza yazdığı sözleri albüme aldık. Çünkü o sözler bizi anlatıyordu.

Sizinle ilk defa tanışacak arkadaşlar grubun adına bakıp müziğinizi dinlediğinde şaşırabilir. Eğlenceli bir isim, duygusal şarkılar… Konu aşk olunca kırılgan bir yanınız var sanki…
Barış: Bu tarz şarkıların çıkabilmesi için böyle bir yanınızın da olması lazım. Sürekli eğlenen ve olaylara yüzeysel bakan bir adamdan böyle şarkılar çıkmaz.
Samuray: Melankolinin ve kırılganlığın dibine vurabilirim ama henüz bunu ekiptekiler görmedi :)
Bora: Genele gösterilen bazı duvarlar var. Bir de özel birine gösterdiğin o duvarların arkasında kalan bir duvar daha var. Onu kırıp içine aldığında, tabi ki kırılganlaşıyorsun.

Maxi single’ınızda yer alan Böyle Ayrılık Olmaz’ı bu albüme de koymuşsunuz. Neden ikinci kez aynı şarkıyı paylaşmak istediniz?
Barış: O şarkının klibi hala müzik kanallarında yayınlanıyor, herkes çok sevdi. Bu albümün de konseptine çok uyuyordu.
Bora: Bizim için de önemli bir şarkı. O yüzden dinleyicilerimizle yeniden paylaşalım istedik.

*Bu röportaj Blue Jean dergisi Şubat sayısında yayınlanmıştır.

1 Aralık 2011 Perşembe

Bu albümde hepimizin hikayesi var



Öztürk, 4. stüdyo albümü “Benim Gibi”de yer alan yalın ve yüksek hissiyatlı şarkılarıyla evinize konuk gelmeye hazırlanıyor.

İlk çıktığı günden beri şahsına münhasır tavrı ve şarkılarıyla özel bir dinleyici kitlesine seslenen Öztürk, akustik altyapılı, keman ve çello soslu yeni şarkılarıyla, özellikle başı aşkla dertte olanların hislerine tercüman olacak. Eğer sizde benim gibi Öztürk’ün ‘Gitme’sini çok sevenlerdenseniz, şarkının akustik haline bayılacağınızı hemen belirtmeliyim. Şimdi bir fincan kahve yapın, sırtınızı koltuğunuza yaslayın ve “Benim Gibi”nin yalın ve güçlü hikayesine bir göz atın ;)

-İlk 3 albümünden çok başka bir albümle karşımızdasın. Yaşanmışlıklarını akustik bir dille anlatmak istemenin sebebi nedir?
Aslında zaten şarkıları hep akustik gitarla yapıyorum ve bu sefer üzerinde çok oynamayalım istedim. Biraz daha yalın olmanın faydası var sanki, öte yandan bir de benim olgunluk dönemime denk geldi bu albüm. Bundan sonra yapacağım şeyler de bu doğrultuda olacak, yavaş yavaş yalınlık durumuna geçiyorum.

-Hüznü yoğun yaşamış bir adamın şarkıları bunlar. Günümüzün yüzeysel ilişkilerine ironik bir atıfta bulunma var sanki…
Bu en çok aşktan bahsettiğim albümüm oldu. 4 yılda bir albüm çıkaran biri olarak hep yaşadıklarımı yazma taraftarı oldum, gönderme yapmayı düşünmedim aslında. Bu dönem aşk, hayatımda yoğun bir yer tutuyor ve ne yaşadıysam onu anlatmak istedim.

-Albümün adı “Benim Gibi”. Şarkılarda Öztürk’ün ta kendisinden mi bahsediyorsun?
Diğer 3 albümde benden bir parçaydı ama bu albüm diğerlerine göre daha yalın ve bana daha yakın. Evimde akustik gitarla kaydettiğim, yaşadığım şeylerden bahsettiğim, odamda çaldığım zamankinden biraz daha estetik duyulmasını sağladığım bir albüm. O yüzden biraz daha benim gibi…

-Kayıtta kullandığınız enstrümanlarda da farklılıklar var. En çok hangi enstrümanı duymaktan, dinlemekten memnunsun?
Çello ve keman derim. Çünkü biz ‘Grunge’ çalarken “Keşke bir klavyecimiz olsa” demiştik ve Hayko gruba dahil olduğunda çok heyecanlanmıştık. Şimdi bu albüme başlarken yine aynı heyecanı taşıyordum ve ilk defa bu albümde kullanmış olmak beni ayrı mutlu etti.

-Bu albümün konserleri nasıl olacak peki? Eski şarkıları akustik mi yorumlayacaksınız?
Diğer şarkıları mümkün olduğunca bu sounda uyarlayacağız. Bu albümü nasıl duyuyorsanız diğer şarkıları da performanslarda aynı şekilde duyacaksınız. Elbette arada elektro gitarlar, clean sesler de olacak ama ağırlığı akustiğe vereceğiz.

-Öztürk 2007’de yer alan ‘Gitme’ bu albümde akustik haliyle karşımıza çıkıyor. Gitme’yi ikinci kez albüme taşıma sebebin neydi?
Aslında Gitme’nin klibi içime sinmemişti ve yeniden klip çekmek istiyordum. Bu yüzden yeni bir düzenlemeyle son albüme tekrar koydum. Amacım yeni ve güzel bir klip çekip dinleyicilerimle yeniden paylaşmak istememdi ama kafamda klip çekilmesini istediğim 4 şarkı var. Onlardan Gitme’ye sıra gelir mi bilemiyorum ama klip çekmek istiyorum.

-İlk klibi ‘Bu Elveda’ya çekmenin özel bir sebebi var mı?
Albümün 9 şarkısı hazırdı ve kaydı bitireceğimiz sırada yaptım ‘Bu Elveda’yı. Bu şarkı o kadar çok heyecanlandırdı ki beni hemen klip çekmek istedim. Diğer şarkıları defalarca çalmıştık, miksleri için epey bir üzerinde çalışınca en son şarkı en heyecan veren şarkı oldu.

-Deniz’in (Kurban) bu albümde bulunmamasının özel bir sebebi var mı?
Deniz’le neden Vasiyet’te çalıştığımızı anlatsam daha kolay olacak sanırım :) Vasiyet’e bir albüm olarak başlamamıştık. Ben birkaç şarkı yazıp Deniz’e söylemesi için vermiştim ama şarkı sayısı artınca Deniz “Sana bir albüm yapalım ve bu şarkıları orada kullanalım” dedi. Biz kendimizi 2 sene evde benim albümüm için çalışırken bulduk. Yoksa Deniz’le direkt ilgili bir durum yok ortada. Onun da başka projeleri var bildiğim ve onlara yoğunlaşmış durumda.

-Bu albümün sendeki yeri nedir?
Bugüne kadar yaptığım albümlerden sonra “Acaba bundan sonra daha iyi ne yapabilirim?” diye soruyordum kendime. Ama şimdi görüyorum ki yaptığım en iyi albümlerden biri bu. Diskografimdeki yeri ayrı olacak, kendimi en yalın ortaya koyduğum albüm bu çünkü. İnsanların beklediğini vermek istemiyorum aslında. Ülkedeki rock müzik anlayışı; hep aynısını, benzerini yapmak üzerine kurulu. Ama biz hep değişiyoruz ve beğendiğimiz, yapmak istediğimiz şeyler de değişiyor. Bunu kabul edip farklı şeyler denemek lazım. Ben de tam bunu yaptım, hissettiğimi koydum ortaya.

-‘Benim Gibi’ aşk acısı çeken ya da geçmişte yara almış kişilerin müzik çalarlarında çok fazla yer bulacak gibime geliyor…
Hissiyatı yüksek ve aşkın anlatıldığı bir albüm, dinleyenler kendi hikayeleriyle bağdaştıracaktır şarkıları. Ama bu albümü çok dinlensin diye de yapmadım, kimseyi inandırmak durumunda da değilim. Son 4 yıl içinde yaşadığım şeyleri yazdım ve ön plana çıkan aşk oldu.

-Çok özet soracağım; bugün durduğun yerden memnun musun?
Müziğe başlarken seçtiğim yol buydu. En başından beri başkaları için değil kendi zevkim ve mutluluğum için bir şeyler yapmak… İnsanlar şarkılarımı biliyor, söylüyor da ama o şarkıları kimin söylediğini bilmeyenler var.

-PR çalışmasının tam yapılmamış olmasından kaynaklanıyor olabilir mi?
Ben çok gündemde olmayı seven biri değilim ama işin PR tarafında da eksiklikler vardı. Vasiyet albümüne 5 yada 6 tane konser yaptık çünkü o dönem Hücum Kedi vardı ve albüm de Hücum Kedi de benim için eşdeğerdi, Hücum’on konserlerine ağırlık vermeyi tercih etmiştim. Bir de “Albüm yaptım ve bu ara her yerde görüneyim” kafasında biri değilim.

-Albüme geri dönecek olursak; “Şu şarkıyı illa kliplendirmeliyim” dediğin şarkılar var mı?
Kader, Sar ve Yeter ki klip çekmeyi istediğim şarkılar. Bir de Gitme var tabii. İmkanlar doğrultusunda sonuç ne olur bilemiyorum ama Gitme’ye yeni bir klip çekersem şahane olur.


-Biraz da konserlerden bahsedelim. Bu albümün konserlerine ağırlık vermeyi düşünüyor musun?
Evet, bu sefer mümkün olduğunca çok yerde çalmak istiyorum. Bugüne kadar gitmediğimiz yerlere gidip çalmak iyi olacaktır. Konserler için yoğun bir ajanda hazırlamak niyetindeyiz.


*Bu röportaj Blue Jean dergisi Aralık 2011 sayısında yayınlanmıştır.

1 Kasım 2011 Salı

Kreş çıplak!



4 yıllık aradan sonra 2. albümleriyle sevenlerine ‘merhaba’ diyen Kreş’in yeni şarkıları oldukça şaşırtacak.

Kalabalık bir ekiple, tahmin sınırlarımızı zorlayan şarkılarla Çıplak’ı yaratan Kreş, bugüne kadar haklarında bildiğimiz tüm düşünceleri değiştireceğe benziyor. Kendi tabirleriyle ezber bozan bir albümle geri dönen grupta; dostluk, maneviyat ve sınırları zorlama isteği baki olan başlıklar arasında. Şimdi gelin, grubun kendisinden değişen ve yeni olan mevzuları öğrenelim ;)

-4 yıl aradan sonra 2. albüm nihayet bizlerle. Neler yaptınız bu 4 sene içinde?
Ufuk: İlk 1 yıl birinci albümün konserleriyle geçti, sonra 1 yıl kadar dinlendik. Son iki yıl da aklımızdaki şarkıları kaydetmek ve 2. albümün iskeletini oturtmak için Çanakkale’de stüdyomuza kapandık.

-Albüm süreci nasıldı, kayıtlar ne kadar sürdü?
Emrah: Çanakkale’de şarkıların ilk hallerini oluşturduktan sonra İstanbul’a gelip canlı kayıda girdik. Toplamda 3 aylık bir stüdyo çalışmasının ardından albümü hazırlamış olduk.
Ufuk: Kayda girmeden önce Berk Kula sayesinde Ali Güçlü Şimşek ile tanıştık. 
3-3,5 ay uzun bir süre aslında çünkü canlı kayıt için ses ayarlarını oturtmak ve şarkıları yeniden düzenlemek biraz zaman aldı.

-Kayıtlarda size kimler eşlik etti?
Serkan: Berk Kula, Ali Güçlü Şimşek, Çilekeş, Korhan Futacı, Burak Gürpınar kayıt sürecinde bizimle birlikte olan isimlerdi. Bu yüzden bu albüm kalabalık bir ekibin ürünü diyebiliriz.

-Bu albüm ilk albümü göre daha deneysel… Bu Ali Güçlü Şimşek farkı mı?
Serkan: Biz cover yaptığımız dönem çalarken de farklı şeyler yapmayı seven bir gruptuk. Bir nevi ezber bozuyoruz. Bir sene yaptığımız bir soundu ertesi sene çok kullanmıyoruz, farklı şeyler peşindeyiz. Dinlediğimiz müzikten hayata bakışımıza kadar birçok şey değişti bu da soundumuza yansıdı. Tabii ki Ali’nin de etkisi ve katkısı çok büyüktür. Bence bir sanatçının yapması gereken en önemli şey yeni açılımlarda bulunmak. Ali bu noktada çok fazla yardımcı oldu, aklımızın dağınık olduğu noktalarda fikirleri bir araya topladı ve uygulanır hale getirdi.
Ufuk: İlk albümden sonra ikinci albümü canlı kaydetmenin sound açısından daha doyurucu olacağına karar verdik. Tüm düzenlemeleri canlı kayda göre yapınca albümün tarzı da kendini belli etmiş oldu.

-İlk klibi ‘Gül Açan Dudaklar’a çektiniz. Şarkı ve kliple ilgili bize neler  söylersiniz?
Serkan: Performansa dayalı, küçük küçük hikayeleri olan bir klip çektik. Bu şarkıyı daha önce de çalıyorduk ve dinleyicinin en çabuk kabul ettiği şarkıydı bu. Bu albümü Myspace’e koymuştuk ve en çok dinlenen şarkılardan biriydi Gül Açan Dudaklar. İlk albümdeki Yarım Kalan Şarap’a çok benziyordu, kaldığımız yerden devam ediyoruz demek istedik bir bakıma.

-Anlat Şehrazat’ta 1984 yılından bahsediyorsunuz. Burada bir atıfta bulunma var sanırım…
Serkan: George Orwell’ın 1984 romanına bir göndermedir o. Bu romanda bahsi geçen konular o dönem için ütopik olan konulardı ama aradan 60 sene geçtikten sonra hepsi gerçeğe dönüşmeye başladı. Bu roman benim için çok önemli, hayata dair birçok şeyi sorgulamama sebep oldu. Şarkıyı bu amaç için yazmadım ama birileri belki merak edip 1984’ü araştırır ve benim gibi açmazlarından kurtulur.

-Kreş neden çıplak? Bu bir ‘Kral çıplak’ göndermesi midir?
Ufuk: Stüdyoda çalarken hava inanılmaz sıcaktı ve üzerimizi çıkarıp çalmaya devam ediyorduk. O arada Ali geldi ve “Aa Kreş çıplak” dedi, mevzu buradan çıktı. Ama diğer yandan birbirimize olan çıplaklığımız yani direkt halimizle iletişimde olmamız da bu ismi koymamıza sebep olan nedenlerden biridir. Diğer yandan bir ‘Kral çıplak’ göndermesi de var tabii. Albümdeki şarkılar da bunu destekliyor zaten.

*Bu röportaj Blue Jean dergisi Kasım 2011 sayısında yayınlanmıştır.

İyi müzik seven bizi de sever



18 yıllık müzikal birikimini ilk albümü Yine Yanlış Derken ile dinleyicisiyle paylaşan Keyfekeder’in söyleyecek çok sözü var.

Prodüktör Cenk Eroğlu ile hummalı bir çalışma sonucu ilk albümleri Yine Yanlış Derken’i çıkaran grup Keyfekeder’le havuzlu, çimli bir ortamda bir araya geldik. Bol kahkahalı sohbetimize (Emrah Benligil – gitar, Bülent Sezgin – bas, Mete Kayhan – gitar) grubun fahri üyesi olarak görülen menajerleri Akın Biter de eklenince konuşacak yazacak çok şey oldu. Elimizdeki çay ve kahveleri iş sebebiyle röportaja katılamayan davulcuları Yavuz Aktürk ve vokalistleri Berk Termin için kaldırdık ve kayıt tuşuna basıp başladık sohbete…

-Grubun kuruluş hikayesiyle başlayalım isterseniz…
B.S: 1993 yılında Emrah’ın Ertan Aşar’la (grubun kurucularından ve albümde bir şarkısı da bulunuyor) grubu kurup, 1994 yılında bir demo kaydetmesiyle başlayan bir serüven bu. Daha sonrasında biraz ara verdik. 2005-2006 gibi Redd’i dinleyip “Biz neden müzik yapmaya devam etmiyoruz?” dememle süreç devam etmiş oldu. Daha sonra internetten ekibimize katılacak diğer arkadaşları bulduk ve 2009’da kadro son şeklini almış oldu.

-Cenk Eroğlu ile yolarınız nasıl kesişti?
B.S: Albüm çalışmalarına başlamıştık ve bir yandan da prodüktör arıyorduk. Davulcumuz Yavuz sayesinde Cenk Eroğlu ile tanıştık. Kendi istediğimiz müziği çalmanın peşindeydik ve Cenk doğru kişiydi.
M.K: Çok enteresan isimlerle tanıştık ve çok garip tekliflerle de karşılaştık. Müzikal olarak bize o kadar uzaklardı ki… Cenk’le çalışmak bu yüzden bir kez daha önem kazandı.
B.S: Bütün geçmişini o kadar başarılı işlerle geçirmiş biri ki her söylediği söz bizim için çok değerli. Eğer bir yerde fazla bir şey varsa hemen uyarır, eksiklerde de aynı şekilde.
E.B: 60 albüm yaptıktan sonra O’nunla bazı şeyleri tartışabiliriz. O zamana kadar o hoca.

-Direkt Cenk Eroğlu’nu mu buldunuz? Başka hiçbir prodüktörle görüşmediniz mi?
M.K: Olmaz mı, birkaç prodüktörle görüştük tabi ki. İsim vermek istemem ama sadece para odaklı yaklaşan, şarkıları bir kez bile dinlememiş prodüktörlerle de karşılaştık.
B.S: Bir prodüktör açısından bakınca albüm yapmak; adam zaman hesabıyla ücretlendiriliyor. Bazı prodüktörler direkt bu hesapla konuşmaya başladı, bazıları da bildiğimiz şeyleri nasihat eder gibi anlattı durdu saatlerce. Bizler yaşları küçük ve piyasayı bilmeyen adamlar değiliz.
M.K: Bon Jovi gelse albüm yapmam diyen prodüktör vardı, gerisini sen düşün! Derdimiz yaptığımız işi paylaşacağımız birini bulmaktı, yoksa verirsin parayı tutarsın bir prodüktör çok zor değil.
E.B: Prodüktör sadece kayıt yapan adam olmamalı, o işin içine girebilmesi, albümü bir noktaya getirebilmesi lazım. Türkiye’de de bu işi hakkıyla yapan tek adam Cenk’tir.

-Müzik sektörünün hali ortada. Çok fazla risk ve olumsuz koşullar var. Tüm bunlara rağmen bir albüm çıkarmak cesaret işi sanki. Sizi albüm yapmaya iten sebep nedir?
B.S: Albüm çıkarmak uzun zamandır müzik yapan bir grup için CV’de yer alması gereken önemli bir konu. 18 yıllık bir müzik yapma süreci var ve bunu artık bir şeye dökmek istiyorsunuz. Derdimiz ne meşhur olmak ne de çok satmak. Böyle bir kaygımız da yok açıkçası.
E.B: Biz hiçbir zaman bar grubu olmadık, amacımız barda cover çalmak ve geçimimizi buradan sağlamak da değil. Kendi müziğimizi yapmak ve bunu paylaşmak istedik bunun yolu da albüm çıkarmaktan geçiyor.
B.S: Yıllardır müzik yapıyoruz ve ortada büyük bir emek var. Bu emeği taçlandırmak istedik ve bu yüzden hummalı bir çalışma sürecinin ardından bir albüm çıkardık. Bu albümde 18 yılın birikimi vardı, bir sonraki albümümüzde ise Cenk Eroğlu’ndan öğrenmiş olduğumuz bilgileri de paylaşabileceğimiz şarkılar ve teknikler olacak.

-Albüm mastering’ini Çağlar Türkmen yapmış. Bu sizin seçiminiz miydi yoksa Cenk Eroğlu’nun yönlendirmesi var mı?
E.B: Cenk, sıra mastering’e geldiğinde Türkiye’de bu işten en iyi anlayan kişinin Çağlar olduğunu söyledi. Birlikte çok fazla albümde çalıştıkları için birbirlerinin tarzını çok iyi biliyorlar.Sonuçtan oldukça memnunuz.
B.S: Şunu da yapabilirdik; albümü Londra ya da Amerika’ya gönderip mastering’ini orada yaptırabilirdik. O zaman sonuçtan ne kadar memnun kalırdık bilmiyorum ama tanıdık, birbirinin dilini bilen insanlarla çalışmak hem riski ortadan kaldırıyor hem de ortaya çıkan sonuçtan herkes memnun oluyor.

-Grubun adı Keyfekeder ama şarkılar hiç de öyle keyfekeder durumları anlatmıyor. Bu tezat nereden kaynakladıyor?
B.S: Grubun adını Mete bulmuştu ve Türkçe bir isim olsun istiyorduk. Çok uzun bir arama süreci geçirdik.
M.K: 6 ay gibi bir süre isim aradık ve o kadar çok isim eledik ki… Zaten bir süre sonra tüm isimler birbirine benzer gibi gelmeye başladı. 18 yaşında grubunuza Çaydanlık adını koyabilir ve bunu çok sevebilirsiniz ama bizim gibi yaşını başını almış insanlar için çok cazip değildi :)
E.B: Fonetiği kulağa hoş geliyor.
A.B: O uzun isim bulma sürecinde ben de grubun yanındaydım ve çok karmışık bir süreçti. Minik bir kelime oyunu var aslında isimde; keyif ve kederi dolayısıyla hayatı içinde barındırıyor olması bu adı seçmemizdeki en önemli noktaydı sanırım.

-Ama yinede pek keyfekeder şeyler yaşanmamış…
A.B: Grubun adı Keyfekeder diye şarkıları ve albümü öylesine yapmışlar gibi bir şey düşünülmesin. O kadar çok emek verdik ve zaman harcadık ki bir ara parmaklarımızın ucu hissizleşmişti.
B.S: Aranjesinden kayıdına, söz yazımına kadar harcadığımız eforun haddi hududu yok.
E.B: Hatta o kadar vakit geçirdik ki ben Cenk’in çocuklarının dayısıyım artık.

-Sizi diğer aşk şarkısı söyleyen rock gruplarından ayıran şey nedir?
M.K: Aşk şarkılarında genelde hep yandım bittim, kül oldum tadında şeylerden bahsediliyor. Ama aşk sadece bu değil ki! Aşk çok güzel bir paylaşım şeklidir. Albümde Denizler ve Gözlerin isimli bir şarkı var. Bence çok güzel bir aşk şarkısı ve öldüm, bittimi niye beni terk ettin diyen bir şarkı da değil. Aşk hayatın kendisidir ve sadece ayrıldığımızda anlatılması gerekn bir durum değildir.
A.B: Albümda aşkı anlatan şarkılarda şöyle bir şey var; dinleyen kişi kendinden bir şey bulabiliyor. Bir dayatma ya da keskin tarifler yok.

-Son yıllarda özellikle genç kuşak arkadaşlarımız için bir rock albümü çıkarmak trend haline geldi. Orta yaş demeyeceğim ama sizin gibi genç kuşaktan biraz daha büyük olanlar için durum nedir?
B.S: Burada amaç müzik yapmak olmalı. Evet ben 9-6 çalışan biriyim ama benim de amacım bu olmalı. Türkiye’deki en büyük tuzak şu sanırım; alıp enstrüman çalmak… Mevzu enstrüman çalmak değil müzik yapmak olmalı.
E.B: Yaptığınız herşey bir amaca hizmet ediyor ve burada amaç müzik icra ediyor olmak olmalı.

-Peki son soruyu soruyorum o zaman. Yine Yanlış Derken’i kimler dinler?
M.K: Albümün tamamını dinleyebilirlerse şayet iyi müzik dinlemeyi, soundları belli olan grupları seven herkes keyifle dinleyecektir.
E.B: Kurban’ı seven bizi de sevecektir diye düşünüyorum.

*Bu röportaj Blue Jean dergisi Kasım 2011 sayısında yayınlanmıştır.

Herşeye rağmen ‘Neyse’




İlk albümleri Babajim Records tarafından yayınlanan Neyse, farklı tarzı ve özgün duruşuyla ses getirecek.

Selim Kırılmaz ve Deniz Ünlü yanlarına Climb ve Hücum Kedi’den Melih Balta’yı da alarak; aklı başında sözleri, heyecan yaratan müzikleriyle harmanlayıp güzel şarkılar yaptı. Ortaya Neyse’nin grupla  aynı ismi taşıyan ilk albümleri çıktı. Başarılı şarkıların yanında iyi bir sahne performansı izlemek isteyenler için Neyse iyi bir fırsat olacak. Gözünüz bu adamlarda olsun ;)


-Hikaye nasıl başladı?
Deniz: Yeşilköy’den mahalle arkadaşıyız ve yavaş yavaş rock müziği ilgi duyduğumuz dönemlerdi… Bir de lise grupları çok meşhurdu. Biz de bu akıma dahil olduk ve kimin hangi enstrümanı çalacağına karar verdik ve evin garajında çalmaya başladık.
Selim: 2003’te mekanlarda çalmaya başlayacağımız dönemde grubu bir isim bulmamız gerekiyordu, adını Neyse koyduk ve yola devam ettik.

-Sanırım grupta bazı değişiklikler oldu ama…
Selim: 2009 ve 2010 basçımız ve gitaristimiz değişti. Geçen yaz da Melih grubu dahil oldu ve son halimizi aldık.

-Biraz da albüm sürecinden bahsedelim…
Deniz: Biz yıllardır şarkı yapıyoruz aslında. 2005’ten beri yapmış olduğumuz şarkıları topladık.
Melih: Haziran sonundan beri stüdyodayız, toplamda 5 aylık yoğun bir süreçten sonra albümü hazırladık.

-Be The Band’de birinci oldunuz. Yarışma hayatınızda nelerdi değiştirdi ya da bir şey değiştirdi mi?
Melih: Yarışmanın bize kattığı en büyük şey Babajım… Bu yarışma olmasa da biz müziğie devam edecektik ama yarışmadan sonra herşey daha hızlı gelişti. Süreç hızlanmış oldu. Şu ana kadar ki süreçten oldukça memnunuz.

-İlk klibi Hokkabaz’a çektiniz. Klibin bir hikayesi var mı, anlattığınız şey nedir?
Melih: Şarkının yazarı değilim ama sözleri anlamaya çalışan biri olarak yorum yaptığım zaman bir soyutlamalar üzerine kurulu olduğunu söyleyebilirim. Anlatmaya çalıştığı çok fazla şey var; sinir, öfke, sevgi gibi… Bunları direkt değil en direkt olarak anlatmak gibi bir derdi var. Klip her seyredildiğinde sözlerle birlikte ele alındığında her seferinde farklı bir şey ifade ediyor gibi geliyor bana.

-Albümde müziğin yanında sözler de çok ön planda. Etkilendiğin isimler var mı?
Selim: Bu bir süreç işi aslında. Şarkı sözü yazdığım dönemde direkt etkilendiğim şunlar var diyemem ama kişisel gelişimimi destekleyen, çok severek okuduğum isimler var tabi ki; Orhan Veli, Özdemir Asaf, Karl Marx ilk aklıma gelen isimler.

-Üç kişilik bir grup olmak zor mu kolay mı?
Selim: Biz illa ki üç kişi olalım diye yola çıkmadık aslında. Sadece şu an yakaladığımız elektriği yakalayabilmiş bir üç kişi mevcut. Yoksa yarın öbür gün dört kişi de olabilirz beş de. Grupta olması gereken yerleri doldurduğumuzu ve bunun yeterli olduğunu düşünüyoruz.

-Türk müzik piyasasının biraz kaygan bir zemini var. Yeni albüm çıkarmış bir grup olarak bundan sonrasının nasıl devam edeceğini düşünüyorsunuz?
Deniz: Yaptığımız müziği geliştirmeye odaklanacağız. Yapacağımız her albümün bir öncekinden daha iyi olması için çalışacağız. Piyasaya değil kendi müziğimize odaklanarak yola devam edeceğiz.

-Dinlemekten keyif aldığınız isimler kimler?
Selim: Tool, A Perfect Circle, Muse, Pearl Jam, Deftones’u sayabiliriz.
Melih: Ortak beslendiğimiz nokta grunge müzik aslında. Ama şunu da söylemek lazım; bu ülkede icra edilen birçok müziği de dinliyoruz. Orhan Gencebay’da vardır bambaşka bir isim de… Sadece batı kökenli müzik dinliyoruz, diğerlerine sırtımızı dönmüş durumdayız gibi bir şey söylememiz mümkün değil.

-Albümün ilk konseri ne zaman?
Deniz: 21 Kasım’da Babylon’da albüm lansman konserimiz olacak. Şarkıları sevmiş beğenmiş, enerjik bir performans izlemek isyeten herkesi bekliyoruz.

*Bu röportaj Blue Jean dergisi Kasım 2011 sayısında yayınlanmıştır.