16 Temmuz 2011 Cumartesi

Amerikan rüyasına uyanmak

Dikkat! Bu bir Limp Bizkit yazısıdır!




Bu başlığı okuyanlar ‘Tatil Günlüğü’ yazmaya çalıştığımı düşünebilir ama bu bir tatil yazısı değil. Siz hiç 38 derece sıcakta, kocaman bir alanda, kolunuzda bir bileklik, sırtınızda/yanınızda bir çanta ile oradan oraya koşturmaya tatil der misiniz? Ben demem. Tatil dediğin yüz yüz yüz, hamakta sallan, kitap oku, güneşlen, kumru ye (Çeşme tatillerinin tadı bambaşkadır), biraz daha yüz komutlarını itinayla yerine getirmektir ki tatilin konumuzla uzaktan yakından alakası yok  :)

Taaa ergenlik dönemime uzanan bir hikayeden bahsedeceğim. İçinde aşk, ter, heyecan, eğlence, dans ve hızla çarpan kalp ritimlerinin olduğu… Olayın kahramanlarından biri ben, diğeri de Limp Bizkit! Evet sevgili okur Amerikanya’da en son dövmeci olarak çalışan Fred Durst’ün Korn vokali Jonathan Davis ile tanışmasından sonra kurduğu, dünyanın bir kısmını peşinden sürükleyen grubu Limp Bizkit…

Yıllarca adamları dinle, tüm şarkılarını ezberle, kliplerini yut, kendi içinde çaktırmadan Fred’e hayran ol ama ‘cool’luğumdan ödün vermem arkadaş kisvesi altında (Yaş 15 çok normal tabii) ortalıkta gezin, adamları dünya gözüyle görmeyi hayal zannet… Böyle böyle oldu mu benim yaş 28! Onlarca isim izle, konser festival gör, bir kez bile Limp Bizkit izleyeme ve yaşın etrafındakilerin senden evliliktir çocuktur gibi bir takım komünsel hareketler bekleyeceği kadar büyümüş olsun. Ama duuurrr ben bu isteklere pabuç bırakmadığım gibi ışık hızıyla 15’ime dönmesini de bilirim ki bildim!

Tarihler 16 Temmuz’u gösterdiğinde kendimi, taa İzmir’den sürüklediğim kardeşim ve arkadaşını Rock’n Coke alanına atmayı bir borç bilerek daldım içeri. Festival şahaneydi –zaten Türkiye’de bana göre yapılan tek festivaldir RnC- oralara hiç girmeyeceğim. Basın çadırı, VIP lounge, sahne önü, sushici (evet o karmaşada sushici bulup karnımı doyurdum hıh), tuvalet aramaca, ben de like me yapıcam bana ne koşturmacası  –RnC’un festival özel bıdılarından biri- derken oldu mu sana akşamın bir körü… Tabii bu arada Hürriyet’ten Barış Akpolat’ın objektiflerine bol bol poz verdiğimi de atlamayayım. O kargaşada ne oluyor derken bir baktım ki Motörhead sahneye çıkmış. Ses çok kötüydü açıkçası gram keyif alamadım. Anladık ki Motörhead’in hakkını vermek için butik bir konser -2 bin 3 bin kişilik- lazım. Bu iş Lammy’yi de çok sarmadı gibi geldi, sarmış da olabilir, kendi bilir.

Arada basın çadırında Blue Jean ekibiyle (Bizim ekip oleey! :p) sohbet muhabbet derken bir de baktım ki pek sevgili Doğu (Yücel) sahne önü bileti veriyor bana! Kaptığım gibi Sadi’ye (Sadi Tirak - Blue Jean – Headbang) binbir baskı yaparak sahne önünde soluğu aldım(k). Yıllardır beklediğim an geldi derken Limp Bizkit elemanları sahnedeki yerlerini aldı. Ve o an 15 yaşına ışınlanarak başladım eğlenmeye. Sahneye tırmanmaya çalışırken çantamı da kopardım, zıplarken etrafımdakileri de ezdim, bağıra çağıra şarkılara eşlik etmekten sesim de kısıldı. Eda ile (Vatan Gazetesi-Eda Solmaz) çılgınlar gibi eğlendik, bir kum havuzumuz eksikti gerisini siz düşünün! Kan, ter ve gözyaşları :p içinde konserin en iyi performansını -Fred’den sonra- sergilemenin haklı gururu içinde 2011 konser sezonunu kendi içimde kapattım :)) (Setlist klişesine girmiyorum hiç, net kaynıyor zati)

Bu konser 2011’in en iyi performansları listesinin ilk 3’ünde yer alacak. Bense listemin 1. sırasına oturttum bile =)


Şu hayatta insanın yıllardır keyif aldığı şeyleri yapması, yaşaması lazım arkadaş. Ha birde en istediği yerde olması lazım (toplayın bavulları Amerikanya’ya gidiyoruz!), öbür türlü yaşamak çok sıkıcı olmaz mı? İşte bir Amerikan rüyasıdır, sevgisidir içimizde yaşattığımız (tüm sevdiğim grupların Kaliforniya’dan çıkmasına kaç puan?), birgün tam içinde uyanmak istediğimiz…