Bu başlığı okuyanlar ‘Tatil Günlüğü’ yazmaya çalıştığımı
düşünebilir ama bu bir tatil yazısı değil. Siz hiç 38 derece sıcakta, kocaman
bir alanda, kolunuzda bir bileklik, sırtınızda/yanınızda bir çanta ile oradan
oraya koşturmaya tatil der misiniz? Ben demem. Tatil dediğin yüz yüz yüz,
hamakta sallan, kitap oku, güneşlen, kumru ye (Çeşme tatillerinin tadı
bambaşkadır), biraz daha yüz komutlarını itinayla yerine getirmektir ki tatilin
konumuzla uzaktan yakından alakası yok :)
Taaa ergenlik dönemime uzanan bir hikayeden bahsedeceğim.
İçinde aşk, ter, heyecan, eğlence, dans ve hızla çarpan kalp ritimlerinin
olduğu… Olayın kahramanlarından biri ben, diğeri de Limp Bizkit! Evet sevgili
okur Amerikanya’da en son dövmeci olarak çalışan Fred Durst’ün Korn vokali
Jonathan Davis ile tanışmasından sonra kurduğu, dünyanın bir kısmını peşinden
sürükleyen grubu Limp Bizkit…
Yıllarca adamları dinle, tüm şarkılarını ezberle, kliplerini
yut, kendi içinde çaktırmadan Fred’e hayran ol ama ‘cool’luğumdan ödün vermem
arkadaş kisvesi altında (Yaş 15 çok normal tabii) ortalıkta gezin, adamları
dünya gözüyle görmeyi hayal zannet… Böyle böyle oldu mu benim yaş 28! Onlarca
isim izle, konser festival gör, bir kez bile Limp Bizkit izleyeme ve yaşın
etrafındakilerin senden evliliktir çocuktur gibi bir takım komünsel hareketler
bekleyeceği kadar büyümüş olsun. Ama duuurrr ben bu isteklere pabuç
bırakmadığım gibi ışık hızıyla 15’ime dönmesini de bilirim ki bildim!
Tarihler 16 Temmuz’u gösterdiğinde kendimi, taa İzmir’den
sürüklediğim kardeşim ve arkadaşını Rock’n Coke alanına atmayı bir borç bilerek
daldım içeri. Festival şahaneydi –zaten Türkiye’de bana göre yapılan tek
festivaldir RnC- oralara hiç girmeyeceğim. Basın çadırı, VIP lounge, sahne önü,
sushici (evet o karmaşada sushici bulup karnımı doyurdum hıh), tuvalet aramaca,
ben de like me yapıcam bana ne koşturmacası
–RnC’un festival özel bıdılarından biri- derken oldu mu sana akşamın bir
körü… Tabii bu arada Hürriyet’ten Barış Akpolat’ın objektiflerine bol bol poz
verdiğimi de atlamayayım. O kargaşada ne oluyor derken bir baktım ki Motörhead
sahneye çıkmış. Ses çok kötüydü açıkçası gram keyif alamadım. Anladık ki
Motörhead’in hakkını vermek için butik bir konser -2 bin 3 bin kişilik- lazım.
Bu iş Lammy’yi de çok sarmadı gibi geldi, sarmış da olabilir, kendi bilir.
Arada basın çadırında Blue Jean ekibiyle (Bizim ekip oleey! :p) sohbet muhabbet
derken bir de baktım ki pek sevgili Doğu (Yücel) sahne önü bileti veriyor bana!
Kaptığım gibi Sadi’ye (Sadi Tirak - Blue Jean – Headbang) binbir baskı yaparak sahne önünde
soluğu aldım(k). Yıllardır beklediğim an geldi derken Limp Bizkit elemanları
sahnedeki yerlerini aldı. Ve o an 15 yaşına ışınlanarak başladım eğlenmeye.
Sahneye tırmanmaya çalışırken çantamı da kopardım, zıplarken etrafımdakileri de
ezdim, bağıra çağıra şarkılara eşlik etmekten sesim de kısıldı. Eda ile (Vatan
Gazetesi-Eda Solmaz) çılgınlar gibi eğlendik, bir kum havuzumuz eksikti
gerisini siz düşünün! Kan, ter ve gözyaşları :p içinde konserin en iyi
performansını -Fred’den sonra- sergilemenin haklı gururu içinde 2011 konser
sezonunu kendi içimde kapattım :)) (Setlist klişesine girmiyorum hiç, net kaynıyor zati)
Bu konser 2011’in en iyi performansları listesinin ilk
3’ünde yer alacak. Bense listemin 1. sırasına oturttum bile =)
Şu hayatta insanın yıllardır keyif aldığı şeyleri yapması, yaşaması lazım arkadaş. Ha birde en istediği yerde olması lazım (toplayın bavulları Amerikanya’ya gidiyoruz!), öbür türlü yaşamak çok sıkıcı olmaz mı? İşte bir Amerikan rüyasıdır, sevgisidir içimizde yaşattığımız (tüm sevdiğim grupların Kaliforniya’dan çıkmasına kaç puan?), birgün tam içinde uyanmak istediğimiz…